81 YILINDAN BİR FOTOĞRAF
Göz değil bunlar kesinlikle değil
İrin gibi bir nefret akıyor sadece
Dudaklar yok burun yok alın yok
Yüzü yok bu mumyalanmış yüzün
Ölümün rengi gri midir ya da korkunun
Gri midir insan hayvana benzetilirken
Uzun ve pis bir sakal sarkıyor
Göğsüme iliştirilen rakamlara
İşte 81 yılından fotoğraf
Albümlere hiç girmeyecek
ACININ MİLADIYLA
Acının miladıyla başlayan bir hikayedir bu
Yaşayıp gelmişiz ormanlar bir yanarak
Her dönemeçte uğultulu uçurumlar
Her şafakta uzun uzun kurt ulumaları
Ey masalcı
Otur şu geyik postuna
Ve anlat şimdi bütün bunları
Önce yaşadıklarımızı koy ortaya
Hatamızı ve sevabımızı anlat
Görelim nelere kahretmişiz bunca zaman
Nelere göğüs germişiz görelim bir bir
Bedeli ödenmiş midir şafağın, bilelim
Yaşamak
Yeni acılara sürgün etse de bizi
Hayatımız göründüğü kadar basit değil
Ama anlaşılmaz gibi de değil öyle
Çoğunu unuttuk belki şimdiden
Belki bitti birtakım bekleyişler
Umutlar da bitti bir zaman, sevgiler de
Ama unutmayalım
Zulüm de biter hayatımızda
ACININ TUTANAKÇISIYIM
Acının tutanakçısıyım
Anlatıp dururum aşkları
Ayrılıkları ve o destan
Yalnızlığını ömrümüzün
Göçebe, Gezgin ve Aylak
Biri miydim aklıma gelmedi
Bir çingeneyle bir bilici
Hep aynı şeydi bildiğim
Ve serseriliğimdi aşklar
Bir masalcıydım belki de
Yaşadım o büyük serüvenleri
Yolculuklar tarihimdi benim
Acılar yaşanıyordu yurdumda
Peşpeşe yakılıyordu kentler
Bense hep oralardaydım
Daha yangın başlamadan önce
ACIYA ALIŞILMAZ
Hangi çığlık bir çığ gibi yarıyorsa
gecenin gerilmiş karnını bu saatte
acı tükenip bitmiştir orada artık
Çırılçıplaktır tarihin bu sayfası
Fiziğin armağan ettiği bu teller
Keçeleştirirken cinsel organımı
Haykırıyorum insan olduğumu
Ve çatlatıyor alnımın en gergin teli
AĞULU BİR HÜZÜN
Beklenmedik bir anda terk edilmişsindir bütün sevdiklerince
Suçlamak istemesende hiç kimseyi üzünçle yanmakta yüzün
Adını bile koyamadığın bir boğunç dolmakta şimdi yüreğine
Ve usulca ağmaktadır gözlerinin peteğine ağulu bir hüzün...
AKBABALAR KELEBEKLER
Yüreği ağzında bir çocuk
Gibi alırken kalemi elime
Beceriksiz, acemi ve olasıya
Yapayalnızım her defasında
Bu sonuncu olsun diyorum
Ömrümün eksiksiz tek şiiri
Yazılsın artık kırk yaşımın
Ve bir aşkın bittiği bu gece
Akbabalar bin yıl kelebekler
Bir mevsim yaşarlarmış ki aşk
Da kısa ömürlüdür, başlar
Gibi biter yaşanmışsa eğer
Yaşanan ne varsa hoşgörünün
Bir parçasıdır artık ama ben
Yine de yakabilirim bu gece
Bütün anılarımı bir şiir için
Sonra irkiliyorum, anılarım yoksa
Dostlarım da terkedilmiştir yangın
Sürüp dururken yurdumda ki o zaman
Kıymeti harbiyesi nedir bu şiirin
Sabaha karşı dilim paslı
Beynim keçeleşmiştir ve yangın
Yalnızlığıma sıçrarken üşüyor
Bütün sözcükler. Umut yoktur
Yüreğim diyorum, kekeme
Alıngan, serseri yüreğim
Sen nerden bilebilirsin
Bir şiirin nasıl yazıldığını
AKŞAMI GECİKTİREBİLİRSİN BELKİ
Feride için
Gün batarken sula fesleğenleri
balkonun kokusu sokağa taşsın
sokaklar kayıp çocuklar gibi
hırçındır, ürkek ve biraz şaşkın
Sular bulutlanır sen susarsın
ve kent çıngıraklı bir yılan kadar
zehirlidir artık sevgilin mahpusken
üstelik kirli bir lekeye döner umutlar
Acılar katlanır mendil yerine
sarışınlaşırsın bu kaçıncı güz
ellerin üşür, çiy düşer çiçeklere
beklediğin mektuplar da gelmez
Bomboş sayfalara dönerken aklın
tecrit’teki kitabı fareler kemiriyor
ve düşlerin sonsuz bir boşluktayken
bir sigara yakıyorsun, tutuşuyor sular
Akşamı geciktirebilirsin belki
suladığın fesleğenlerle, kimbilir
ama vaktin ayırdındadır şimdi
kuşlar, çocuklar ve mahpuslar
Usulca inse de koldemirleri
ANA
Öner' in anası için
Kayıp duruyor bakışları
Duvardaki resme ve kapıya
Oğul mu beklediği, sevgili mi
Belli ki yaşıyorlar hala
Uzun uzun yaşıyorlar belli ki
Bırakıp gittikleri anılarıyla
Çıkıp gelirler bir gün belki
Üşümüştür çünkü toprağın
Soğuk yalnızlığında birisi
Öteki arkasında parmaklığın
ANISI BİZ OLALIM BU SOKAKLARIN
Anısı biz olalım bu sokakların
Öpüşmediğimiz tek saçak altı
Hiçbir otobüs durağı kalmasın
Biz yürüyelim kent güzelleşsin
Gürültüsüz sözcükler bulalım
Yeni sevinçlere benzeyen
Biz gelince bir yağmur başlar
Yüzün çizilir buğulanan camlara
Bir uzun karatma biter
Akasyalar köpürür birdenbire
Ve her avluda adınla anılan
Çiçekler sulanır akşamüstleri
Bir arkadaş evinde uğrarız yolüstü
Bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi
Başını sessizce omzuma koyarsın
Gülüreyhan olur soluğun
Biz kalırız kuşlar dönüp gelir
Her balkonda bir menekşe sesi
Belki yeniden güzelleştiririz
Adları değiştirilen parkları
Perdeleri hiç açılmayan evlerde
Işıklar yanar çocuk sesleri duyulur
Tanıdık sevinçlerle dolar yeniden
Kendi sesini kemiren alanlar
Anısı biz olalım bu sokakların
Ve hiç durmadan yağmur yağsın
Biz gürültüsüz sözcükler bulalım
Sarmaşıklar fısıldaşsın yine
Gidersek birlikte gideriz
Yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen
ANKARA
I
Kumrular sokağı hüzzamdı bir zaman
Kale'ye rast vaktinde çıkılırdı
Gariptir, Sezenlerdeki hanende
Çekip gitti Sarguttan bir ay önce
II
Posta caddesi, Taşhan, Karpiç ve diğerleri
Ama artık meyhaneler kalmadı Ankara'da
Belki bundandı Cemal Süreya'nın Kızılay'da
Huzursuz bir zürafa gibi dolaşması
ANLADIM
Bulutları düşünüyorum kuşları ve aşkı
Tarihleri var da onların hatta anıları
Vatanları olmadı hiç bir zaman ki onlar
Ayışığına karıştılar yeryüzünden göçerek
Ve bırakarak metal bir uygarlığı geride
Anladım ayaklarımın altındaki dünya değil
Çocuk sevinçleri ipinden koparılmış uçurtmalar
Bulutu ve suyu izliyor soluk bir sonsuzluk
Anladım yüreğimdeki rüzgarla sürükleniyorum
Üşüdüğümü unutuyorum yalnızlığımı da
Yasaksa artık bu ülkeden çıkmamız
Vatansız olduğumuzu bilelim diyedir
Mayınlayarak ömrümüzün kalan kısmını
Anladım vatansızlıktır bir şaire yakışan.
ASMİN
Kimdi cesaretimi kıran,üstelik
Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi
Sesimi cılız,rüzgarımı yelkensiz
Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman
Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma
Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip
Doruklara çekilen büyülü doruklara
Biz Asmin dedik ona,sevgilim,kadınım,
Anamdı belki, ama o çoktandır
Üç bin metrenin altına inmiyor artık
İçimde bir fil sezgisi,kopup gitmeliyim
Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları
Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi
Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara
Kim demiyorum kim olursa olsun
Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın
Bir çocuğun elinde, ki celladım
Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken
Yine de özlüyorum onu, niyetçi
Tavşanlara dönerken beklediklerim
Aynı soruyu sormaktan, minör
Ağrılardan yoruldum,gitmeliyim buralardan
İçimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık
Yoruldum yoruldum yoruldum
Gereklilik kipinde yaşamaktan
AŞK BİTTİ
F.E.S. ve öbürleri için
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle
AŞKLAR MI - I
Aşklar mı diyordun, anladım
Senin incindiğin benimse
Yollara düştüğümdür yeniden
AŞKLAR MI - II
Biten bir aşk için
Söylenecek söz şu olmalı:
- Güzeldi yine de
AŞKLAR MI - III
Hiç kimse bir aşkı
Onarmaya kalkmasın
Kaybedilmeye değer
En güzel anında bitirilmişse eğer
AT
Anlat bize yürüyüşün güzelliğini
Koşunun rüzgarını, köpüren yeleyi
Toynakların kızgın kıvılcımlarını
Kişneyen bir tayın sevincini anlat
Öfkeyi ve sağırındaki mahmuz yarasını
Masallardaki şehzadeleri anlat bize
Avradın ve silahın kardeşisin ya
Feodalın töresini anlat biraz da
Ve terkinde kaçırdığın kızları
Dağları anlat bize, eşkiya gecelerini
Ölümleri ölümsüzlükleri anlat bize
Sonra tahta'dan tunca dönüşünü
Sen ki hepsini görüp yaşayansın
AYLAKLAR
Bütün bir gün sırtüstü
Uzanıp dere kıyısında
Dinledik suyun akışıyla
Kavakların hışırtısını
Mor incirler kopardık
Kuşluk vakti dallardan
Soğuttuk soğuk sularda
Ürküterek kurbağaları
Öğleye doğru köylüler
Bir sepet kehribar üzüm
Ve domates getirdiler
Bir topak da peynir
Onlar işlerine döndüler
Biz yalnız kaldık yine
Umursamaz tarlakuşları
Uçuşup durdu üstümüzde
İkindiye doğru derede
Taş sektirdik, yüzümüzü yıkadık
Bir taş atımı ötede
Sıçrayıp kaçtı bir dağ tavşanı
Akşamın bir vaktinde
Köylüler sepetleriyle
Ve türküleriyle gelip
Kondular dere kıyısına
Meşe dalları toplanıp
Ateş yakıldı orta yere
Çevirdik erafını hepimiz
Konuştuk şundan bundan
Sonra kıvrılıp yattılar
Uyuyakaldılar hemencecik
Ortada küllenen ateş
Gökte yürüyen ay kaldı
Uyuyamadık biz bir zaman
Çobanların çok ötelerden
Gelen türkülerini dinledik
Bir de kendi nefeslerimizi
Sabah erkenden gittiler
Biz kaldık yine orada
Ve yine sırtüstü uzanıp
Dinledik kendimizi bir süre
Ne köylüler yüz verdi bize
Ne de bütün bir gün
Dere kıyısında
Düdüğünü öttüren çocuk
AYRILIK AYRACI
Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun
Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın
Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi
Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde
Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada
Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık
Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda
Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide
Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor
Ya da erteletiyorum biletimi son anda
Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam
Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin
Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık
Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek
Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi
Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık
Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için
Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara
Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr
Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada
Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı
Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü
Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor
Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde
Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu
Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa
Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın
Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını